Ud yaparken yolculuğunu “hayale dalmak”la başlatan Faruk Türünz “lûtiye” tabir olunan bir enstrüman yapımcısı. Onu diğer lütiyelerden farklı kılan özelliği ise ud yapımı konusunda geliştirdiği özgün yöntem ve kendi aletlerini tasarlayıp üreten atölyesi.

Pelin Özdoğru Davran

Faruk Türünz, musikişinas bir ailenin içinde büyüdüğünden olacak ki daha 10 yaşından beri ud çalar… Bir gün kendi udunu yapmak fikri ise hep yüreğindedir. Araya siyasal bilgiler, mimarlık okulları, köy öğretmenlikleri, hediyelik eşya dükkanları girer. İlk elinden çıkan saz, Erzurum’un bir köyünde iken yaptığı bir oyma bağlama olur. Hediyelik ahşap eşya üretimi sırasında elinde epeyce marangoz malzemesi birikince kadim niyetini hatırlayıp lütiye usta Cafer Açın’ın yolunu tutar, tek eksiği olan “bilgi”yi tamamlamak için. Yakın arkadaşı Ümit Bolu vasıtasıyla lütiye atölyesiyle tanışıklığı vardır. Yollar onu hep ud yapımcılığına taşır. Ve muradına -peygamber misali- 40 yaşında erer…

Bugün, dünya çapında yetkin müzisyenlerden Umman kralına kadar udları tercih edilen Türünz tam bir “usta”. Yalnız işindeki mahareti ile değil, kalender kişiliği, kapısını çalan herkese ikram edecek çayı, paylaşacak sözü ve bilgisi olmasıyla da.

Lütiye Faruk usta, ud yapımının yalnızca ahşap işçiliği olmadığını düşünerek fizik boyutu ile de ilgilenip doğru sesi yakalamak için yıllarca çalışıp bir yöntem geliştirmiş. Bu yöntemin doğruluğunun teyidini ise bir gün eline geçiveren 100 küsur yaşında efsanevi bir ud etmiş. Geliştirdiği bu özgün formülü uluslararası sempozyumlarda açıklamış. Bu pek önemli modifiye yönteminin patentini almayı düşünmeyip merakı olan herkese kapısını seve seve açık tutan bu hoş sohbetli usta kişi ile, huzurlu atmosfere sahip atölyesinde gül ağacı kokuları arasında sohbete daldık…

Bir ud yapım atölyeniz var. Biraz atölyeden bahseder misiniz?

Belki bu tanım iddialı olacak ama olduğu gibi söyleyeyim, atölyemiz lütiye atölyesi klasik tanımının oldukça ilerisinde bir donanıma sahip. Ve bu anlamda özellikle ud yapımı teknolojisini içeren bir atölye olması açısından dünyada örneği olmayan bir atölye.

Nedir sizin atölyenizi örneksiz kılan temel fark?

Temel iki farkı var diğer atölyelerden. Birincisi ud yapımının gereği olan özel aparatlarımızı kendimiz tasarımladık ve ürettik. Bunlar udun tüm parçalarının standardize edilebilmesini ve belli bir düzen içersinde üretilmesini gerçekleştirmek üzere düşünülmüş aparatlar. Ud yapımı aletleri, diğer müzik aletlerimizin yapımının içinde bulunduğu koşullardan farklı olarak geçmiş yüzyıllardan süzülüp gelen bilgi donanımları ile sınırlı birkaç el aletinden ibarettir genelde.

Udlarınızı yapacak aletleri kendiniz üretmeye nasıl karar verdiniz?

1984 yılında ilk udumu yaptıktan sonra 97 yılına kadar bu bahsettiğim basit aletlerle çalıştım. Sonra birdenbire bir talep patlamasıyla karşılaştım. O zamanlar yalnız çalışıyordum ve yalnız başıma bu talepleri karşılayamayacağımı anlayınca daha önceden ahşap hediyelik eşya tasarımında birlikte çalıştığım yakın arkadaşım Suat Çetincan ile çalışmayı istedim. Onun alet tasarım becerisine çok güveniyordum. Uzun ikna çabalarımdan sonra birlikte çalışmaya başladık. Suat o günden bu yana aşağı yukarı 140 özel alet tasarladı ve yaptı. Biz artık bu aletlerimizle hem çok standart hem hiç hatasız biçimde hem de eskiye oranlı çok hızlı bir şekilde üretiyoruz udlarımızı.

Bu şekilde kendi aletlerini tasarlayarak çalışan sizinkinden başka hiç atölye yok mu yani?

Hayır yok. Temel farklarımızın bir diğeri de udun sesi ile ilgili çalışmalar. Atölyemiz bu bakımdan yine farklı bir özellik taşıyor. Ben ilk udumu yapmaya başladığım günlerden itibaren ses üzerinde araştırmalara da başladım. Sonuçta bu işin bir ince ahşap işçiliğinden ibaret olmadığı gerçeğinden hareketle, fiziksel yapısının bağlı olduğu matematik temelleri araştırdım. Bir yöntem geliştirdim. Bu yöntemin temeli udun belli noktalarının belirli bir frekans aralığına akordlanarak sabitlenmesi esasına dayanıyor. Bu yöntemi formüle ettim, ve birkaç kez yurtdışındaki sempozyumlarda açıkladım.

2002 yılında Selanik’teki uluslararası ud toplantısında enstrüman yapım dünyasına tanıttığınız da bu yöntem miydi?

Evet, bu yöntem. Ondan önce ilk olarak ise 2000 Mayısında Girit’te bir toplantıda açıklamıştım.

Yöntemden söz eder misiniz?

Udun bir ses tablası var, bu ses tablasında direnç çıtası vazifesi gören çıtalar (balkonlar) var. Bu çıtalarla sağlanan direncin ne ölçüde olacağını belirleyerek bunu frekans yelpazesi içerisinde tasarlamak gerekir. Varolan en pes sesten en tiz sese kadar ses yelpazesindeki bütün seslerin aynı güçte ve karakterde bulunmasını sağlamak üzere bu tablanın düzenlenmesi gerekir. Bu da bu çıtalar yardımıyla yapılıyor. Çıtaların boyları, yükseklikleri ve ağacın bir özel parametresi olan esneklik modülü ile belirlenen bir rijitliği vardır. Bu rijitlik aynı zamanda o çıtanın spesifik frekansına denk gelir. Onun bir görünümü de saniyedeki belirli bir titreşim sayısına sahip olmasıdır. Ona biz spesifik ya da özgül frekans diyoruz. İşte bu noktadan hareketle bunların formüllerini kurarak udda bir ses dengesi sağlıyorum.

Peki bu formülü uluslararası toplantılarda açıkladıktan sonra nasıl tepkiler aldınız?

Diğer yapımcılar özellikle de bu işe daha başka enstrüman yapımından sonra el atan kişiler ilgilendiler. Çünkü onlar ya lavta ya gitar yapıyorlardı ve bu müzik aletlerinin yapım teknolojisiyle ilgili batı ülkelerinde geliştirilmiş yöntemler var. Beş aşağı beş yukarı bu yöntemlere aşinaydılar. Dolayısıyla benim ne demek istediğimi anlıyorlardı. Onlardan çokça bilgi talebi geldi. Çoğu e-mail yolu ile olmak üzere.

Internet ile aranız iyi bu durumda?

Evet, Internet çağımızın en kullanışlı alanlarından biri. Hızlı şekilde bilgiye ulaşmak anlamında. Ben de gerektiğince faydalanıyorum. 2000 yılından beri bir Internet sitem var. Sitede bizimle ilgili bilgilere ve atölyemizin ürünü olan örnek ud sesine kadar ulaşılabiliyor. Oradan özellikle yurtdışından çok sayıda ilgili kişi bana erişebiliyor. (www.oudmaster.com)

Kimler var sizin udlarınızı tercih eden isimler arasında?

Yurdal Tokcan gibi profesyonel sanatçılardan, konservatuar öğrencilerine kadar geniş bir yelpaze. Daha çok profesyoneller tabii.

Peki usta bir udi ile amatör bir yeni başlayan gelip sizden enstrüman istese her ikisine farklı udlar mı yaparsınız? 

İşin doğrusu fark gözetmeden bütün bilgiyi aktararak yapmaktır. 97’ye kadar da böyle yapıyordum. Yalnız başıma çalıştığım bu dönemde müşteriden 3-4 ay isteyip hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün bildiklerimi uyguluyordum. Bu şekilde udun fiyatı kendiliğinden uluslararası piyasada dolar cinsinden ifade edilmeye başlandı. O tarihlerde 1600 Dolar gibi. Suat ve yardımcı arkadaşlarla birlikte alet geliştirmeye başladıktan sonraysa üretimimiz hızlandı. Şimdi ayda 10 ud kadar üretebiliyoruz. Bu fiyatlardan bütün üretimimizi satmamız mümkün değildi. Ayrıca daha ucuz ud talepleri geliyordu. O zaman udları üç kategoride üretmeye başladık.

Kategorilerin farklarını belirleyen nedir?

Bu kategoriler arasındaki ilk fark malzeme ve işçilik farkları. Diğeri ve daha önemlisi de ses tablasında uyguladığımız yöntem. Üst iki kategoride bütün ses tablalarının balkonlarını tek tek akordluyorum. Önce tasarım modeli düşünüyorum, o modele uygun frekansları hesaplıyorum sonrada o frekanslara sahip olacak şekilde akord ederek çıtaları yapıyorum. Daha ucuz olan alt kategorimizde balkonları akord etmeyerek akord edilmiş bir modelden ölçüleri kopya ediyorum. Böyle yapılınca ses diğer üst kategorilerden biraz farklı oluyor ama bizi bunu yapmaya zorlayan da piyasa şartları! Biz de rekabet halinde olmak zorunda kalıyoruz. Fabrikasyon üretimlerse çok daha ucuz oluyor tabii.

Stradivarius gibi ustaların el yapımı müzik aletlerindeki tını fabrikasyon olarak üretilenlerde yakalanabilir mi sizce?

Aslında doğru bir model ortaya konursa o modeli çok daha hassas biçimde işlemeye olanak sağlar makine. Makineyle üretim, zamanı kısaltır dolayısıyla bir seri üretim ortaya çıkar o da ekonomik koşullar içinde fiyatların düşmesine yol açar. Ve el yapımcıları ile dengesiz bir rekabet ortamı oluşur. El emeği ile ayda bir tane ud yapan bir adamın karşısında günde yirmi tane ud yapan bir fabrika düşünürsek o adamcağızın fabrikayla rekabet etmesi elbette mümkün değildir. Tabii ki ud yapımının makineyle mümkün olduğunu düşünmek de hayalcilik olur. Ama gitar ve keman gibi sazlar bu şekilde üretilebiliyor.

Ud yapımı makine ile neden mümkün değildir?

Çünkü udun yapısı ona müsait değildir. Arkasının dilimli olması gibi özellikleriyle el işçiliği gerektirir. Kaldı ki mümkün olsa bile o kadar sayıda malın üretimini dengeleyecek bir talep yok.

Türkiye’de var mı bu tür üretim?

Türkiye’de kısa sürede çok sayıda müzik aleti üreten birkaç firma var. Gitar, saz, hatta ud… Çünkü bu işin başıboş bir denetim mekanizması yok. Kaldı ki böylesi bir mekanizmayı desteklerim gibi bir anlam çıkmasın, fakat tüketicinin bilinç düzeyi de gelişmemiş durumda. Şöyle ki, gidiyorlar oralardan bir ud alıyorlar, üç gün sonra o udun bir işe yaramadığını anlayıp bana ya da başka bir arkadaşa geliyorlar ve aldıkları aleti ıslah etmemiz istiyorlar ki bu olacak iş değil. Ben akıl erdiremiyorum o düşük fiyatlara nasıl müzik aleti üretebiliyorlar. Aslında onlar müzik aleti de değil, dış görünüşü benziyor ancak. Hiçbir niteliği müzik aleti olmaya elverişli değil.

“Kem alatla kemalat olmaz” meselesi mi?

Kötü malzemeden öte mesele daha çok kötü yaklaşım. Son derece değerli malzemeyi de o yaklaşımla kullanınca kötü bir alet çıkıyor ortaya.

Çalışmayı en çok sevdiğiniz kişisel ağaç tercihiniz hangisi?

Yüzden fazla çalıştığımız ağaç var. Görünüş olarak çok cazip olanlar var mesela Macassar abanozu gibi. Sonra, Amazon ve Hint kökenli gül ağaçları da öyle. Benim sevdiklerim ise ceviz, maun, porsuk ve ardıç.

Sağlam ağaçlar… Neden bunları seviyorsunuz?

Daha sıcak geliyor hem dokuları hem renkleri hem de bu ağaçların hepsi de yumuşak ve dolgun bir tını sağlarlar. Gövdedeki ağacın da etkisi vardır elbet ama asıl tınıyı sağlayan ses tablasıdır.

Ses tablasında hangi ağaçları kullanırsınız?

Ladin veya Kanada sediri kullanıyorum.

Bütün meslek sırlarınızı aldık böylece!

Evet! Yok aslında sır sayılmaz, bunlar bizim etiketimizde mevcut olan bilgiler.

Güvendiğiniz bir udunuzun ömrü ne kadardır?

 

İyi kullanılırsa yüz yıldan fazladır. Kırılmadığı, rutubetten ,sıcaktan korunduğu takdirde… Netice de ağaç sağlamdır!

Bir udun yapım sürecinin sizdeki içsel yolculuğunu merak ediyorum…

Evet, bu son derece kişisel bir durumdur. Bir defa, dimağımdaki bütün ud anılarını, ud sesleri modellerini hayalimde canlandırırım. Sonra benden istenilen sesin hangisine uygun olduğunu tahmin etmeye çalışırım. Çünkü o kadar çok farklı ud sesi vardır ki… Bunları bir şekilde sözel olarak tanımlamak mümkün değildir. Ancak, insan  belli kokuları belli özel renkleri nasıl hafızasında barındırabilirse ses de bunun gibi insanın hafızasında durur. Ve onu hayalimden bulup çıkardıktan sonra nasıl oluştuğunu, hangi malzemelerin hangi işçiliğin onu sağladığını tahmin etmeye çalışırım. Mesela hemen söyleyeyim, çok parlak sesi olan udların malzemesinde biraz sertlik vardır. Gül ağacı, abanoz, venge gibi. Bunları yakalamaya çalışırım. İkinci aşamada ses tablasının  nasıl olması gerektiğini tahmin etmeye çalışırım. Bir bilgisayar programı kullanıyorum balkon frekanslarını çıkartabilmek için. Bu aslında epey uzun bir yolculuktur, son derece sessiz bir ortamda ve uykumu iyi almış durumda olmam gerekir. Ses tablasına özel aletimle vurduğum zaman sesin hangi frekansta olduğunu ayırt edebilecek bir ortamda ve durumda olmalıyım. Eskiden lastik tokmağımla tahtalara vurup çıkan sesin frekansını kontrol ederdim (el aletiyle udun ses tablasında değişik kısımlara vuruyor ve çıkan farklı sesleri işaret ediyor). Dışarıdan birileri bu halimizi görse deli der! Son zamanlarda bu işi bilgisayar programıyla yapıyorum. Burada hem duyuları hem de eski anıları yoğunlaştırmak gerekir. Arşivlerden önceki udların malzemelerine bakarım. Ve daha önce yaptığım yüzlerce udun anısı ile ilgili hayale dalarım. Onların seslerini kazandığı süreci hayalimde canlandırıp yeniden yaşarım.

Beyit-ül Gazel:

“Müzik aleti yapımcılığının kökleri epey eskiye dayanıyor. Her dönemde her müzik aletinin ulaşmış olduğu belli bir yetkinlik düzeyi var. Ve bu sanat çok iyi korunmuş ve organize olmuş lonca benzeri kurumlar içerisinde gerçekleşmiş. Orada tüm bilgiler ustadan çırağa aktarılmış. Her yeni gelen, ustasından öğrendiğinin üstüne bir zerrecik ilave etmiş olsa böyle damla damla bir birikim gerçekleşmiş. Bizim durumumuz ise maalesef içler acısı. Bizim ülkemizde bu sanat hep gayri-Müslimlerin uğraştığı bir alandı. Bütün dünyaca tanınan, yaptığı müzik aletleri bugün astronomik fiyatlara örneğin 100 yaşındaki bir udu 10 bin dolara satılan biri olan Manol usta yahut Onnik usta gibi isimler kimselere pek bir şey öğretmemişler. Daha doğrusu bizde Müslüman kesim bu tür sanatlara itibar etmemiş. Sonuçta o insanlar gittikten sonra bu zincir kopmuş. Şimdi biz onların yaptığı sazları mesela tamir için geldiğinde inceleme şansına sahibiz. Ama onların birçok şeyi niçin yaptığı konusunda fikir yürütebilmemiz için bu işin hangi fiziksel esaslara dayandığını bilmemiz gerekir. Yani teorik bir bakış açımız olmalıdır ki bunu yorumlayabilelim.”

Haziran 2007 – Akşam Gazetesi Brunch eki